70’lerde başlayan o değişim sürecinin tam ortasında doğan bir grup. Var olan sisteme ve aldatıcı düzene karşı agresif ama bir o kadar da gerçekçi bakan ve döneminde imkansızı başarmış bir topluluk.
Grup o yıllarda gençlerde bir moda haline gelen LSD’nin etkisindeydi. Grubun beyni Syd Barret bu akıma fazlasıyla yakalanmıştı ancak Pink Floyd’un bugünlere kadar gelebilmesinde en önemli etken Syd olmuştur. Hatta o kadar çok uyuşturucunun etkisindeydi ki, bir konserinde 3 saat boyunca gitarıyla aynı akoru bastığı söylenmektedir. Elbette ki grubun diğer üyeleri de uyuşturucu kullanıyordu ancak Syd kadar değildi. 1969 yılında grup Syd’siz bir şeyler yapabileceğinin farkındaydı. Bütün sözleri ve müzikleri yapan oydu. Ama Syd’in grupta kalması artık grubun yükselişe değil düşüşe geçmesine neden oluyordu. O dönemlerde daha Syd henüz gruptan ayrılmamışken Roger Waters eski bir arkadaşı olan David Gilmour’a beraber çalmayı teklif etti.
Gilmour’un o zamanlar çaldığı başka bir grubu vardı ancak Pink Floyd’un yükselişini de uzaktan takip ediyordu. Bu teklife olumlu yanıt verdi. Grup Syd’siz yaptıkları ilk çalışma olan A Saucerful of Secrets albümünü çıkardı. Albüm’de yer alan Set the Controls for Heart of the Sun isimli şarkı bugün hala zihinlerde. David Albüm kapağı için şunları söylüyor: “Roger ve Nick albüm kapağını herhangi bir müzikal formda yapmaktansa mimari bir diagram oluşturmayı düşündüklerini anımsıyorum. Kapak müziğin güzelliğinden değil de duygulardan oluşan bir öyküyle ortaya çıkacaktı. Böyle de oldu. Yıllar sonra bize hala kapağın kendilerinde uyandırdığı duyguları yazan insanların gönderdiği mektuplar geliyor”.
Grup bu dönemden sonra çok hızlı bir yükselişe geçti. 1969 yılında Ummagumma, 1970 yılında Atom Heart Mother, 1971 yılında Meddle, 1972 yılında Obscured by Clouds, 1973 yılında Dark Side of the Moon albümünü çıkardı. Albüm inanılması zor bir başarı kazandı ve tam 30 milyon orjinal kopya sattı. Bu gerçekten ulaşılması zor bir rakamdı. Britanya’da her 5 evden birinde bu albümün olduğu bilinmektedir. 1975 yılında Wish You vere Here, 1976’da Animals, 1978’de ise The Wall albümünü çıkardı. Wall için bir dönemin sonu diyebiliriz. Syd sonrası Floyd’taki iktidar savaşı grubu sonunda bu noktaya getirdi.
Zamanla Roger, Pink Floyd’u tek bir adamın grubu gibi görmeye başladı. David’in gerçek bir müzik dehası, Roger’ın ise gerçek bir söz yazma yeteneği vardı. Ama bunu hiçbir zaman ortak bir potada eritmeye çalışmadılar. 1983’te Final Cut çıktı. Bu albüm Waters’ın Pink Floyd adı altında yaptığı son albümdür.
Aslında buna bir Waters solo albümü demek yanlış olmaz çünkü Gilmour’un etkisi çok az görülüyor. Bu albümün ardından Waters gruptan ayrılır ve Pink Floyd’a açtığı davalar sonucunda Pink Floyd’un isim hakkı hariç diğer grup elemanlarının elinden Floyd’a dair herşeyi alır ve kendi yolunda ilerlemeye başlar. Waters’sız ilk albüm A Momentary Lapse of Reason 1987 yılında çıkar. David bu albümde herşeyi üstlenmiştir. Wright, bu albümde maaşlı bir eleman sıfatında klavyesini çalmıştır. Çünkü Waters onu manevi yönden çalamayacağı düşüncesine itmiştir. Bu albümde büyük başarı sağlar ama Floyd soundundan az da olsa uzaktır.
Ve “The Division Bell” 1994’te çıktı. İşte bu albüm belkide Meddle’dan sonra en güçlü müzikal sounda sahip albüm. Wright’ın tekrar gruba dönmesi ve Gilmour’un üstün kişiliği grubu eski haline getirmiştir. Aynı dönemde Roger Waters’ın beklenen solo çalışması Amused to Death bir milyon satışa ulaşırken The Division Bell 15 milyon’dan fazla satışıyla başarılarının üzerine başarı eklemiştir.
Şüphesiz Pink Floyd’un etkisi çok uzun yıllar sürecek.