AC/DC görkemli müziğiyle olduğu kadar konserleriyle de büyük bir gruptur. Daha başlangıçta konserleri gerçek birer şov halini almıştı. Özellikle Angus’un sahnedeki çılgın hareketleri, bir zaman sonra grubun vazgeçilmez eğlencelerinin başında yer almaya başlamıştı. Onun sahnedeki çılgın hareketlerine daima yenileri eklenerek grup bugünlere geldi.
AC/DC gitarist Malcolm Young’un grubu (Amerika’dakiyle hiç bir ilgisi olmayan) The Velvet Underground dağıldıktan sonra, 1973’te Avustralya’da kuruldu. Küçük kardeşi Angus’u da eğitip yanına lead gitarist olarak aldıktan sonra grup Sidney çevresinde küçük tur ve konserler vermeye başladı. Ablası Angus’a sahnede okul kıyafetlerini giymesini önerdiğinde o sadece 15 yaşındaydı; ki bu görüntü zamanla grubun “olmazsa olmazlarından” oldu. Henüz Sidney’deyken “Can I Sit NextTo You” isimli singleları, Easybeats’in eski üyesi ağabeyleri George Young ve bir kaç arkadaşının yardımıyla çıktı.
Ertesi sene grup, davulcu Phil Rudd ve basçı Mark Evans’ın da gruba katılmasıyla Melbourne’a yerleşti. Vokalist Dave Evans sahneye çıkmayı reddettiğinde, az rastlanan bir olayla, grubun şoförü Bon Scott vokalist oldu.
Scott daha önceleri Avusturyalı pop gruplarından Fraternity ve Valentines’te de davulcuydu. Ama onun grubun başarısındaki asıl payı, halka grubu vahşiler gibi tanıtması oldu. Başı polisle sık sık derde giren Scott sayesinde grup Avustralya’da büyük tepkiler almaya başladı. Müzik yaşamları boyunca, haylaz bir eğlence duygusuyla karışık, vahşi akımları desteklediler.
Grup Avustralya’da, ’74 ve ’75 yıllarında iki albüm piyasaya çıkardı: High Voltage ve TNT. Bu iki albümdeki şarkılarla High Voltage albümünün ’76’da çıkan Amerika ve İngiltere sürümlerini oluşturuldu, grup ayrıca bu iki ülkede turnelere çıktı. “Dirty Deeds Done Dirt Cheap” yıl sonunda çıktı. 1977’nin başında Evans grubu terkederken yerini Cliff Williams aldı. Aynı yılın sonbaharında, AC/DC, onları ilk defa Amerikan listelerine girmelerini sağlayan “Let There Be Rock” albümünü çıkardı.
1978 ilkbaharında çıkan “Powerage”, grubun hayranlarının iyice artmasının sağladı- bunun oluşmasında izleyicileri tek kelimeyle coşturan konser gösterilerinin de en az albüm kadar katkısı oldu. Aynı yıl, bu konser görüntüleri “If You Wany Blood, You’ve Got It” adıyla satışa sunuldu. Ama grubu asıl üne kavuşturan, ertesi sene gelen ve satışı ilk kez milyonu aşarak Amerika’da 17.liğe, İngiltere’de ise sekizinciliğe yükselen “Highway to Hell” oldu.
AC/DC’nin bu hızlı çıkışı 20 Şubat 1980’de Bon Scott’un, resmi raporlara göre ölümüne alkol alarak hayata veda etmesiyle darbe aldı. Mart ayında Scott’un yerine Brian Johnson geldi. Bir ay sonra grup, dağılmadıklarını müjdeleyen, sadece Amerika’da 10 milyondan fazla satan en büyük çalışmaları, Back in Blackalbümünü doldurdu. AC/DC, sonraki yıllarda, Amerikan listelerinde ilk sıralara yerleşen “For Those About to Rock We Salute You” ile dünyanın en geniş rock toplulukları arasında yer aldı. 1982’de Rudd da gruptan ayrıldı, onun yerini bir başka İngiliz Simon Wright aldı.
1983’teki “Flick of the Switch”in ardından, topluluğun maddi dayanakları bozulmaya başladı ancak bu kötü gidişatı 1990’larda, müzik dünyasında çok büyük ses getiren “Thunderstruck” parçasının da içinde bulunduğu “The Razor’s Edge” ile tersine çevirmeyi başardılar. Bu yıllarda ’70 ve ’80’lerdeki kadar başarılı olamamalarına rağmen, bir kuşağın kılavuz grubu olduklarını göstermişlerdir. 1995 sonbaharında onaltıncı albümleri “Ballbreaker” çıktı. Rick Rubin tarafından çıkarılan bu albüm AC/DC’nin müzik hayatındaki belki de en olumlu eleştirileri aldı. Bu albüm Amerikan listelerine 4. sıradan girdi ve ilk altı ay içinde bir milyonu aşkın sattı.
Grup ilk günkü yaklaşımlarını koruyarak kökü rock’n’roll, hard rock ve yer yer blues’a dayanan müziğini yapmayı sürdürüyor; ısrarla. Başlangıçta iki İskoçyalı ve üç Avustralyalı dan oluşan grupta bugün Avustralyalılar yerine üç İngiliz var. AC/DC’nin bugünlere gelmesinde kuşkusuz Angus ve Malcolm Young kardeşlerin ve beklenmedik bir şekilde gruba katılan Bon Scott’un büyük payları var.
Angus Young
Tam adı Angus McKinnon olan Young, 31 Mart 1959’da Glasgow’da dünyaya geldi. Daha 4 yaşındayken, kalabalık ailesi Sidney, Avustralya’ya yerleşti. Gitardan önce Banjo’yla ilgilenmeye başladı. Ağabey’i Malcolm ile birlikte Muddy Waters, B.B. King ve Howlin’ Wolf’un eski Blues parçalarını yorumladılar. İki kardeş çok düzensiz öğrenciler olduklarından derslerinden çok, büyük ağabeyleri George’un getirdiği plaklarla ilgileniyorlardı. Rollin Stones, Yardbirds ve Easybeats onların yapacağı müziği oldukça etkilemiştir.
AC/DC kurulduktan sonra Angus’un sahnedeki hareketleri grubun en önemli görsel çekiciliği olur çıkar. Çok geçmeden, bu konserleri birer şova dönüştürecek etmenlerden biri olan Angus’un sahne kıyafeti yerleşir. Angus bundan sonra okul kıyafetleriyle sahne alacaktır: okul üniforması, sırt çantası ve kısa pantalon.
Sahneye çıkınca herşeyi unutup, kendini deli gibi harcamasından yola çıkarak onun özel yaşamı hakkında çıkarsamalar yapımak yanlış olur. Grubun diğer üyelerinin aksine, Angus sade bir müzik adamıdır: sigara kullanmaz, alkol almaz, sadece çay ve koka-kola… Başlangıçtan itibaren Gibson SG’sine sadık kalmıştır. Her türlü akor sorunlarından kaçınmak için iki tanesini değişmeli olarak kullanır. Gene Simmons onun hakkında şöyle diyor: “AC/DC yi sahnede ilk defa 1976’da gördüm. Öfkeden deliye dönmüş gibi çırpınıp duran Angus’u seyrederken, kendi kendime şöyle dedim: Bu çocuk müziğine gerçekten inanan bir yıldız.”
Angus’un beğendiklerine gelince… Tercih ettiği gitaristler Muddy Waters, B.B. King, Johnny Winter, Stevie Ray Vaughan ve Jeff Healey gibileri. Yani kendilerini moda akımına kaptırmadan daima aynı müziği yapan gitaristler. Sevdiği AC/DC parçaları ise “Let There Be Rock”, “Back in Black”, “Highway to Hell” ve “T.N.T”.
Malcolm Young
Korkunç çocuk, Glasgow’da doğar. Ailesiyle göç ettikleri Avustralya’da kardesi Angus gibi çok zor bir öğrencilik dönemi geçirir. Okula daha çok eğlendirici kavgalar etmeye giden Malcolm’a (aynen kendisinin de küçük kardeşi Angus’a yapacağı gibi) ilk gitar sevgisini ağabeyi George aşılar ve ona ilerleme cesareti verir. İçine blues ve caz (ama özellikle Louis Armstrong) sevgisi işler.
AC/DC’nin ilk konserlerinden itibaren grubun ritim gitaristliğini üstlenir. Grubun tarzının oluşmasında, gitarıyla zamanla Rolling Stones’un Keith Richards’ınki kadar çok meşhur ve taklit edilecek olan çok kişisel ve ağır melodileri çıkaran Malcolm’un büyük payı vardır.
Angus’la birlikte grubun bestecisi ve ateşleyicisi olan Malcolm, eski bir Gretsch Firebird ile kalın tellerle donanmış bir Gretsch White Falcon kullanıyor.
Bu tehlikeli adam aynı zamanda bulunduğu her yere neşe saçan sonsuz bir neşe kaynağı. Açık saçık ifadeleri de oturaklı ritmleri kadar efsaneleşen Malcolm, Angus’un aksine ciddi bir alkol bağımlısı. Bu yüzden 1988’deki “Blow Up Your Video” turnesinin ABD ayağına katılmayı reddeder. Amacı kendini toparlamak ve sonunun Bon Scott gibi olmasını önlemektir.
AC/DC’nin en çok “Let There Be Rock” parçasını seviyor. Grubunu Led Zeppelin ve The Who’dan bu yana son 15 yılın en büyük heavy-rock grubu olarak görüyor.
Bon Scott
Ronald Belford Scott 9 Temmuz 1946’da Young kardeşler gibi İskoçya’da doğdu. O da 1950’lerde Avustralya’ya göç etti. Okula bir türlü ısınamaması, onun hayatı sokakta aramasına ve yaşamını sürdürmek için çok sayıda işte çalışmak zorunda kalmasına sebep oldu. Efsanevi boğuk sesini içlerinde onu asıl üne kavuşturan The Valentines ve Fratenity’nin de bulunduğu çeşitli topluluklarda dinletti.
Sidney Hapisanesi’nin demir parmaklıkları arkasında, uyuşturucu kullandığı gerekçesiyle zor bir dönem geçirdi. Hapisten çıktıktan sonra bir gemi şantiyesinde çalışmaya başladı. 1974’te yolları Young Kardeşler ile kesişti. Müzisyenleri konser alanına taşıyan kamyon şoförü olarak… Bon’un sesi ve kötü çocuk görüntüsünden etkilenen Young Kardeşler onu kendi şarkılarını söylerken dinlemek isterdiler. Böylece Bon, Dave Evans’ın yerini aldı.
Bu renkli kişi her şeyi olduğu gibi yani argoyla söyler. Angus diyor ki: “Bon’a rastladığımda, İngilizce konuşmuyordu, ama cümleleri gümbür gümbür ’fuck’larla doldurarak daha çekici hale getiriyordu.” O günden itibaren Bon, AC/DC’nin en büyük ilahilerini yazmaya başlar: “She’s Got the Balls”, “T.N.T”, “Highway to Hell”, “Let There Be Rock”… Bu birinci sınıf şarkıcı, onu cehenneme götürecek en büyük sözünü, “Seks, Uyuşturucu ve Rock’n’Roll”u izleyerek sağlığını delice harcayacaktır.
Onun ölümü grup için büyük bir kayıp olur. Angus, “Sanki ailemizden birini kaybettik” derken, Bernie Bonvoisin ise, “Rock büyük bir şarkıcıyı kaybetti. Biz ise bir dostu” der. Bon AC/DC ile 7 albüm yaptı. Bir rock yıldızı olan bir sokak çocuğunun yaşama duyduğu öfkeyi dile getiren 7 isyan çığlığı…
AC/DC’deki basit ve doğrudan dinleyiciye hitap eden hard-rock işin özüne dayandığı için herkesi büyülemeye devam ediyor. Grubun genel görünüşünde ise belirgin bir müzikal tutum göze çarpıyor: AC/DC müziği, doğrudan, ara nağmesiz, moda olan akımlara duyarsız ve özellikle de taviz vermezdir. Böylesine uzun bir kariyerden ve sayısız başarılardan sonra, doğallıklarını koruyarak böyle bir büyüyü yaymayı başaran gruplar nadirdir.