Modern müziğimizin seçkin isimlerinden Şebnem Ferah'ın müzikal yaşamında bu cümlenin önemli bir yeri olduğunu öğrendiğimde şaşırmadım. Ferah, ekonomi okumuş ama, evrensel bir dilin içinde karar kılmış. Müziğin dolaysız, ruhun merkezine doğrudan ulaşan etkili ve soyut diline meftun olmuş, acılarını ve anılarını yer yer çığlığa dönüşen bir sesle anlatmayı yeğlemiş. Doğrusu ona imreniyorum. Kelimeler de, insanın acılarını anlatması bakımından oldukça 'kullanışlı' ve değerlidir, ama, ruhun, ezgiyle konuşması çok daha etkilidir.
İlahi öğreti, harf ve sesle vahyedilmiştir. Bu yüzden, kendisi bizatihi logos olan Hz. İsa'nın öğretisinden farklı olarak İslam irfanı, harfleri ve sesleri yeğler. Sesler kaybolmaz. Seslerin tıpkı imgeler gibi özel bir anlam dünyası vardır. Düzenli sesler, oluşturdukları manevi düzenekle bize yaşamın gizlerini fısıldar. Şebnem Ferah'ın 'artık kısa cümleler kuruyorum' deyişi, yaşamın manevi doğasının kendisini kapatmasının getirdiği bir ruh sıkıntısından olabilir. Zaten 'kelimeler yetse' sese gerek kalmazdı ve, 'gözyaşlarımızın tadı' da aynı olmazdı. Çok da uzun olmayan müzik yaşamına beş kıymetli albüm sığdıran bu pür sanatçının şarkılarının sadece 'genç'leri değil, yaşı benim gibi kırk beşi aşmış pek çok ruh yorgununu ilgilendirmesi de gösteriyor ki, bu çığlıkta bir gerçeklik gizli. Bir gerçekliğe tekabül etmeyen veya oradan beslenmeyen bir öykünün, romanın, şiirin ve şarkının böylesi bir etki uyandırması zaten söz konusu olamaz. O halde, insanın bir mülteci olmasını hatırlamanın vaktidir: "Ben bir mülteciyim / Kendi yüreğimden başka / Sığınacak yerim yok yurdum yok"
Sufiler, 'insanın bir yolcu olduğunu ve kalbinden başka sefer edecek bir yer bulunmadığını' söyler. Şebnem Ferah da bu sırra yaklaşmıştır: "Ben bir mülteciyim / Yüreğime sığındım / Burada savaş çıksa bile ölen yok / Tüm hayallerin sonsuzluğa / Ve sona erebildiği yerdeyim" Kalpte cemal baskındır, savaş çıksa bile bu böyledir. Vahşet olmaz ve kan dökülse de, dökülen kanla insan aşk namazı için abdest alabilir, bedenini yıkayabilir. Burada varlığın sınır(l)ı olduğu görülür ve düşler sonsuzluğa ulaşabilir. Esasen düşlerin sonsuz ve yaşamdan daha gerçek olduğunu bize, şiirler ve şarkılar duyurabilir.
"Ben bir mülteciyim / Burada aslında sınır yok / Kazanmak kaybetmek yok / Bu güçten daha büyük güç yok / Artık eminim her şey içimde filizlenip / İstersem büyüyor bakmazsam çürüyor" Burada sınır, kural, bağ ve kayıt yoktur. İbn Arabi, 'bunda kalp sahibi olanlar için bir öğüt vardır' der ki, 'akıl bağdır. Bağlar, kayıtlandırır; oysa kalbin alanı sınırsızdır, kalp kuşatır ve sonsuzdur. Hakikat de inhisar kabul etmez, sonsuz ve sınırsızdır, bu yüzden, bunda kalp sahibi olanlar için bir öğüt vardır, denilmiştir.' Ne kazanır ne kaybedersiniz, burası zıtlıkların olmadığı bir yerdir. Buranın sözlüğünde 'başarı' kelimesi yoktur. Her şey ruhtadır. İçtedir, gönülden çıkar, yeşerir, büyür ve filizlenir; çiçek açar, meyve verir, dal budak salar, toprağın derinliklerine doğru kılcal uçlar uzatır. İnsan isterse büyür, gürbüzleşir, sevmezse söner, kaybolur.
BUGÜN SON GÜNMÜŞ GİBİ...
Şebnem Ferah, bu incelikli dilin içinden geçerken, müziği de yakın bir patikadan eşlik eder. Sözle ezginin böylesine uyumuna bizim müzik yaşamımız fazla tanıklık etmemiştir. Rock, bu topraklara ait olmayan bir müzikal formdur ama, gerek Şebnem Ferah'ın gerekse Teoman ve diğerlerinin yorum tarzı, bu 'tür'ün seslerini, kulağımıza aşina kılabilmiştir. Bunu yapabilmek için insanın kalbine iltica etmesi gerekir. İnsanın yüreğinden başka sığınacak yeri yurdu yoktur. Bu yersiz yurtsuzluk, Derrida'nın göçmenliğini hatırlatır. Mülteci olmak, anılarla dolu bir yere geçmektir. Anılar, insanı yeni kapılara iten canlılıktır.
Şebnem Ferah, 'tüm sözcüklerin cümlelerden kurtulmuş gibi/incitmeden özgür kalabildiği yerdeyim' diyerek, şiirin 'dili imkânsız kılışı'na gönderme yapar. Şair, eğer 'dili imkânsız kılan kişi' ise, dile yani varlığın oturduğu eve dönmenin bir yolu da müzik olabilir. Bunu da ancak, 'derin sularda inci tanesi aramaya gücü olanlar' yapabilir. Artık, aşktan konuşmaya cesareti olanlar azalmıştır. Hayat bize, bir oyun oynuyor olabilir. Hayatın bizatihi kendisi bir oyun, bir oyalanma olabilir. Duygularımız karışık da olsa, her zaman yeniden başlamak mümkündür. Ferah'ın şarkısındaki gibi, 'sil baştan' her şey mümkündür. Hayatı sıfırlamak, her şeyi unutmak, belki en önemlisi, 'bugün son günmüş gibi' yeniden başlamak daima mümkündür. Ferah, Yavuz Çetin'deki o derin yaraya yakın olsa da, daima, 'yüreğine iltica etmenin' verdiği ayrıcalıkla, "Al beni istersen sevgim içimde / Gökyüzüm masmavi çığlıklar gökyüzümde / Al beni yanına dünyadan koru / Yeniden öğret dünyadaki yolu Tanrım" diyebilmektedir. Bu, yeniden başlama ümidi, bizim geleneğimizdeki, 'umut-korku' halini çağrıştırır. Dünyada umut üzre olan berzahta umut üzre olurmuş. Umut ile korku arasında geçen bir yaşam, kâinatın sonsuz çarkları üzerinde, hayatın bir oyun, bir oyalanma oluşuna uygun biçimde, insanın ruhunu koruyarak yaşayabilmesi için en elverişli yoldur.
Ferah'ın, bir söyleşisinde, 'beni heyecanlandıracak, iyi hissettirecek, hayata bağlayacak şeylere devam ve gayret ettim. Güçlü olduğuma inanmak istiyordum sanırım. Hatta "Perdeler" albümünü de bu dönemde kaydettim. Gel gör ki bir an geldi ve öyle bir patladım ki, bardağın fazladan tek bir damla bile alamayacağını idrak etmiş oldum. Bastırmaya çalıştığım tüm üzüntülerimin acısı aynı anda içimde patladı ve çok yakın zamanda "Perdeler"i çıkarmış olmama rağmen konser dahil hiçbir şey yapmadım, yapamadım. Sadece markete gitmek için evden çıkıyordum' deyişi, bu şarkıların nasıl ortaya çıktığını da göstermektedir.
Can kırıklarındaki 'sert sound', Ferah'ın yaşadığı iç şiddeti ve gerilimi kusursuz biçimde yansıtır. Bu, iltica etmek istediği kalpteki o derin düzensizliğin yatışabilmesi için müziğin bir form olarak tek başına asla yetmeyeceğini de ortaya koyar. Esasen, müzik, diğer sanatlar gibi, bir 'gei-do' olarak, yani insanın ruhuna doğru, kökene, asli kaynağa yönelik yapması gereken yolculuğun bir yolu, bir yordamı olmalıdır. Şebnem Ferah, dışsal yanı baskın bir form olarak müziği 'üreten'ler arasında, olması gereken sessizliğe doğru yürüyen birkaç müzisyenden biridir. Herkes onu, 'Rock'çı bir küçük kız çocuğu' olarak bilir ama, o, aslında, müzikle kalbine sefer etmeye çalışan bir mültecidir. Hepimiz gibi.
SADIK YALSIZUÇANLAR
30 Mart 2008, Pazar